Modifiyeli Arabalar
  Haberler
 
Siyasi Alandaki İnkılaplar Saltanatın Kaldırılışı Milli kurtuluş hareketinin bütün cephelerde başarıya ulaşması sonrasında, düşman ülkeler barış görüşmeleri için teklifte bulunmuşlardır. Barış görüşmelerine Ankara Hükümeti'nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de davet edilmiş, böylece Milli Meclis'e bir tezgah kurulmaya, tuzak hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul Hükümeti'nin sadrazamı Tevfik Paşa, Ankara'ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal'e bir telgraf çekerek ortak hareket etmeyi teklif etmiştir. Neticede TBMM, İstanbul'daki işgal kuvvetlerine bir yazı göndermiş, barış konferansına katılabileceklerini, fakat İstanbul Hükümeti'yle ortak hareket etmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir. Çünkü, Tevfik Paşa'nın teklifini kabul etmek, Anadolu'da gerçekleştirilen Kuva-yi Milliye hareketine, İstanbul Hükümetini de ortak etmek olacaktı. Konunun hemen akabinde Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922'de TBMM'yi toplayarak saltanatın kaldırılması yönünde çalışmaları başlatmıştır. Fakat meclis içindeki bazı üyeler "saltanatsız iktidar ve hilafet olamayacağı" görüşünü savunarak bu girişimi engellemeye kalkışmışlardır. Bu engellemelere karşın, Mustafa Kemal'in konunun önemini ve hassasiyetini bildiren konuşmasından sonra "hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete" ait olduğu kabul edilmiş, 3 Kasım 1922 günü, saltanat kaldırılmıştır. Cumhuriyet'in Kuruluşu İstanbul Hükümeti'nin, işgal kuvvetlerinin 'kukla yönetimi' durumunda olması ve bu hükümet tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Anadolu'da kurulan milli hükümete karşı alınan cephe, bir süre sonra, kimin yönetimde olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Aynı problem TBMM içinde de kendini göstermiş, bazı üyelerin saltanat ve hilafeti yaşatma düşüncesinde oldukları görülmüştür. Yeniden saltanat ve hilafete dönülürse, verilen mücadele boşa gitmiş, milletin hakimiyeti tekrar sorumsuz yönetime geçmiş ve geriye dönülmüş olacaktı. Oysa yenilikçi ve inkılapçı düşünceyi kendine şiar edinen Mustafa Kemal'in bu fikirlerinden taviz vermesi beklenemezdi: "... 25 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal, Celaleddin Arif, Cami Bey, Fevzi Paşa, İsmet Buey, Hamdullah Suphi ve Hakkı Behiç tarafından oluşan bir yürütme komitesi seçerek 1 Mayıs 1920'de kabul edilen 5 maddelik bir kanunla seçilecek olan hükümetin seçiliş ilkeleri belirlenir. Kısa bir süre sonra da yapılan bir değişiklikle bakanların Millet Meclisi Başkanı tarafından gösterilecek adaylar arasından seçimi kabul edilir. Bu uygulama ile artık 'milletin hakimiyetine' dayanan bir hükümet yapısı kabul edilmiş olacaktır." Meclis'in yenilenmesi için yapılan seçimler sonucu I. dönem milletvekillerinin çoğu değişmiş, hakimiyetin millette olduğuna inanan milletvekilleri, II. dönem çoğunluk olmuşlardı. Dolayısıyla artık Cumhuriyet'in kurulmasına müsait bir zemin vardı. Hem Meclis'teki durum, ve hem de Fethi Bey kabinesinin 27 Ekim 1923'te istifa etmesi sonucu ortaya çıkan hükümet boşluğu, Mustafa Kemal'i harekete geçirmiş ve Türk Milletinin karakterine uygun olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiştir. Mustafa Kemal, bu gelişmenin ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanlığına getirilmiş, İsmet (İnönü) Bey'i de başbakanlığa atayarak kabineyi kurdurmuştur. Atatürk aşağıdaki sözleriyle de yönetim şeklini açıklamıştır: "...Bugünkü hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümetle millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir." "...Türk Milletinin yaratılış ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. Türk Milleti hakimiyetini şümullü bir surette gösteren yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut kurumların siyasetlerine yabancı kalmıştır." Hilafetin Kaldırılışı Halifelik makamı, Mısır hükümdarı Kansu Gavri'de, işlerliğini kaybetmiş bir şekilde, göstermelik olarak duruyordu. Yavuz Sultan Selim'in 1517 tarihindeki Ridaniye Seferinden sonra Türkler'e geçen halifelik bu tarihten sonra yeniden güç kazanmıştır. Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemlerde dünya Müslümanları üzerinde etkili olmuştur. Fakat, zayıflama döneminde, devlet bu gücü kullanamaz hale gelmiştir. Milli Meclis tarafından saltanatın kaldırılmasıyla hilafet makamına getirilen Abdülmecit Efendi'nin, kendine kanunla verilmiş olan sıfatlarının dışında "han", "peygamber halifesi" gibi sıfatları da kullanması, padişah gibi davranması ve cuma selamlıklarında gövde gösterisi yapması, yurtdışından kışkırtıldığı açıkça belli olan bu tartışmalara Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarının da katılması, ortalığı karıştırmaya başlamıştı. Bu durum genç Cumhuriyet'i tehlikeye sokmaya başladığından, 3 Mart 1924 tarihinde, TBMM'de verilen bir kanun teklifi ile hilafet makamı ortadan kaldırılmış, Osmanoğulları soyu yurt dışına gönderilmiştir. Bu ciddi durumu Atatürk şu sözleriyle açıklar: "Efendiler; açık ve kesin söylemeliyim ki, İslamları, bir halife heyulasıyla işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslamların ve özellikle de Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayal bağlamak yalnız ve ancak cehalet ve gaflet eseri olabilir." Hukuk Alanındaki İnkılaplar Hilafetin kaldırılmasıyla beraber, 3 Mart 1924 günü Şeriye ve Evkaf Bakanlığı'nın ve Şeriye Mahkemeleri'nin kaldırılmasıyla, hukuk konusunda yeni düzenlemeler yapılacağının işaretleri verilmiş oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, kurumlardaki yozlaşma adalet sistemini de etkilemiş, kadılardaki başıbozukluk, adaleti güçlünün lehine kullanır hale getirmiştir. Mahkemeler, "Mecelle" adı verilen ve Hanefi fıkhına göre hazırlanmış kanunlara göre işlerdi. Mecelle, yarı teokratik ve yarı laik bir özellik taşımasına rağmen, günün gelişen şartlarına uyum gösteremiyor ve bazı hükümleri de uygulanamıyordu. Yeni Türkiye devletinin kurulmasıyla eski yönetimin işlerliğini kaybetmiş bütün kurum ve kuruluşlarının da yeni bir yapıya oturtulması gerekmişti. Çünkü Osmanlı devletindeki bazı uygulamalar, geçmiş yıllarda sorunsuz işlemiş olsalar da, değişen ve gelişen koşullar karşısında aksaklıklar meydana gelmiştir. Bu bozulan kurumlardan biri de adalet kurumudur. Atatürk, bu başıbozukluğu ve çözüm yolunu şöyle açıklamıştır: "Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz." "...Milletin ateşli inkılap hamleleri esnasında sinmeye mecbur kalan eski kanun hükümleri, eski hukukçular gayret ve çalışma gösterenlerin etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz derhal canlanarak inkılap esaslarını ve onun samimi takipçilerini ve onların aziz ülkülerini mahkum etmek için fırsat beklerler..." "Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yabancı uyrukluların yargılanmasının kendi konsolosluklarına bırakılması bağımsızlık hakkıyla uyum göstermiyordu. Bu durum, Osmanlı adalet sisteminde onarılması güç yaralar açmıştı. Her ne kadar Lozan hükümleri uyarınca bu adli kapitülasyonlar kaldırılıyorsa da; yine de merkezden yönetilen adalet düzeni oluşturulması mümkün olamıyordu." Bu olumsuz şartları ortadan kaldırmak için, 1923'te kurulan medeni kanun komisyonları, "Mecelle"nin ıslahı çalışmalarına başlamışsa da, bir netice alamadan faaliyetlerine son verilmiştir. Bu tıkanıklığı çözmek için harekete geçen Mustafa Kemal, hukuk sisteminde köklü, değişikliklere girişmiştir. Benzerlerine göre daha sade ve yeni olan İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat 1926 'da Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt'un Adalet Bakanlığı sırasında kabul edilmiştir. Bu kanunla, azınlık cemaatleri de Medeni Kanun hükümlerini kabul etmiş oldular. Bu kanun çerçevesince ayrıca, 4 yıl içinde, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Kara Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe girmiştir. Bu girişimlerden önce de, 5 Kasım 1925'de, Ankara Hukuk Fakültesi açılmıştır. Medeni Kanun'la, Türkiye'de laik hukuk sistemine geçilmiş, kadın erkek eşitliği kabul edilmiş, medeni nikah ilkesiyle çok eşlilik kaldırılmış, kadının her alanda faaliyette bulunmasına imkan sağlanmıştır. ATATÜRK’ÜN EĞİTİMDE YAPTIĞI İNKİLAP EĞİTİMDE GÖZÖNÜNDE BULUNDURULACAK İLKELER Türk millî eğitim politikasının başarılı olabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı temel ilkelerin, eğitim sisteminde başarılı bir şekilde uygulanması ile mümkündür. Bu ilkeler; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Lâiklik, Devletçilik ve İnkılâpçılıktır. Eğitimin yaygınlaştırılması, bilgisizliğin ortadan kaldırılması, lâik esaslara göre belirlenmesi, Türk eğitim politikasının üzerinde önemle durduğu konulardır. Eğitim politikası, devletimizin dayandığı temel ilkelere uygun olmalıdır. Cumhuriyetçilik ilkesine uygun olarak, cumhuriyetin en iyi yönetim biçimi olduğu öğretilmelidir. Bu sayede demokrasimiz gelişip güçlenecektir. Eğitimde milliyetçilik ilkesi, Türk milletini sevmeyi, millî çıkarlarımızı savunmayı, millî birlik ve beraberliğimizi korumayı Öğretir. Halkçılık ilkesi ile eğitimin yaygınlaştırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması amaçlanır. Lâik eğitimle, din ve vicdan hürriyeti sağlanır. Devletçilik ilkesi, eğitimin devlet kontrolünde olması, planlanması ve denetlenmesini öngörür. Eğitimde uygulanacak inkılâpçılık ilkesi de yeniliklere açık, toplumun ihtiyaçlarına göre gelişen bir eğitim verilmesi demektir. EĞİTİM POLİTİKASI Eğitimde tespit edilen amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmek için takip edilen yola, eğitim politikası denir. Eğitim, millî ve çağdaş olmalıdır. Atatürk eğitimin millî olması gerektiğini şöyle açıklar: "Bir millî eğitim programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve yaradılış niteliklerimizle hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, millî karakterimiz ve tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam olarak gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir." Bir ülkenin kalkınmasının ancak çağdaş bir eğitimle mümkün olacağını da büyük Önder şu sözü ile açıklar: "Türk milletine gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım." Millet olarak varlığımızı devam ettirebilmemiz, ancak millî bir eğitimle mümkündür. Türk milletinin, millî, ahlâkî, manevî ve kültürel değerleri, millî eğitimle korunur ve geliştirilir. MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİNİN ESASLARI Millî eğitim sistemimizin gözeteceği esaslar, Atatürk'ün eğitim hakkındaki şu görüşlerine dayanır: "Millî eğitim programımızın temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir. Cahillik yok edilmedikçe yerimizdeyiz. Yerinde duran bîr şey ise geriye gidiyor demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal hayatta bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lâzımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür." Buna göre millî eğitim sistemimizin planlanmasında ve uygulanmasında devletimizin dayandığı ilkelere uygun olarak şu esaslar gözetilmelidir: - Öğretim birliği. - Karma eğitim. - Eğitimin yaygınlaştırılması. - İlköğretimin zorunlu ve parasız olması. - Öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesi. - Öğretim programlarının sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve çağın gereklerini karşılaması. - Öğretim programlarının millî ve bilimsel olması. - Eğitim ve öğretimde disiplin ilkesi. - Eğitimde öğretmenin önemi ve rolü. Öğretim Birliği Atatürk, ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanmasının öğretim birliği ile gerçekleşeceğine inanıyordu. Bu sağlanmadan sosyal bütünleşmenin ve çağdaşlaşmanın mümkün olmayacağı inancındaydı. Ülkede yeni okulların yanı sıra medreseler de vardı. Bu durum eğitimde bölünme ve ikilik oluşturuyordu. Bu yüzden ülkede öğretim birliğinin sağlanması için gerekli çalışmaları başlatmıştır. Atatürk'ün başlattığı bu çalışmalar olumlu sonuçlar vermiştir. Karma Eğitim Atatürk kadınların sosyal ve ekonomik hayatta aktif rol alması gerektiğini düşünerek "bir milletin erkeği ve kadını ile bir bütün oluşturduğunu, kadınların da yüceltilmesiyle bir milletin yücelebileceğini" savunmuştur. Atatürkçülükte; Türk Milleti'nin kalkınabilmesi için kadın ve erkeğin eşit şartlar altında çalışması şarttır. Bunu gerçekleştirmek için eğitimin bütün kademelerinde kız ve erkek çocukların eşit olarak karma bir eğitim görmeleri sağlanmıştır. Eğitimin Yaygınlaştırılması Devletin başlıca görevlerinden biri, eğitimin geniş halk kitleleri arasında yaygınlaştırılması ve bilgisizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Atatürk'e göre, millî eğitim ışığı memleketin en derin köşelerine kadar ulaşıp yayılmalıdır. Bilgisizlik yok edilmeli, eğitim yetişkinleri de kapsamalıdır. Atatürk bunun önemini ve gereğini şöyle açıklamıştır: "Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir... Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri çocukları bu millete ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı olabilecek şekilde yetiştirsinler." Bilgisizliği ortadan kaldırmak için eğitimin yaygınlaştırılması gerekir. Bunun sağlanabilmesi için yaygın bir eğitim sistemi kurularak bütün vatandaşların okur-yazar hâle getirilmesi gerekmektedir. İlköğretimin Zorunlu ve Parasız Olması Bir milletin çağdaşlaşmasında, bütün vatandaşların okuma yazma bilmesinin büyük bir rolü vardır. Bu sebeple, ülkede herkesin ilköğretimde eğitim-öğretim görmesi ve ilköğretimin parasız olması hedeflenmiştir. Öğretimde Teori ve Uygulamanın Birlikte Yürütülmesi Atatürk, öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesini hedeflemiştir. Atatürk bu amacını 1937 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında şöyle açıklar: "Büyük davamız, en medenî ve müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli inkılâp yapmış olan büyük Türk Milleti'nin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz." Bu teşebbüste başarı ancak iyi bir plânla ve verimli bir şekilde çalışmakla mümkün olur. Öğretim Programlarının Sosyal Hayatın İhtiyaçlarını ve Çağın Gereklerini Karşılaması Bir toplumda eğitimin başarılı olabilmesi, öğretim programlarının sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve çağın gereklerini karşılaması ile mümkündür. Bu anlamda eğitim, yalnızca bilgi vermeye ve ezberciliğe dayalı olmamalıdır. Hayata ve beceri kazandırmaya yönelik olmalıdır. Deney yapma imkânı sağlamalı, bilgisayar kullanımına önem vermelidir. Bu konuda ileri ülkelerin ulaştığı çağdaş eğitim yöntemleri ve donanımı kullanılmalıdır. Öğretim Programlarının Millî ve Bilimsel Olması Atatürk'e göre eğitim programları her şeyden önce millî olmalıdır. Çünkü, Türk Milliyetçiliği temelleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar yaşaması buna bağlıdır. Türk çocukları millî bilinç ile yetişirse, Türk Devleti'nin ve Milleti'nin geleceği de güvence altına alınmış olur. Bunun yanında eğitim ve öğretim programları temel ve uygulamalı bilimlere, araştırmaya önem veren, bilim alanındaki en yeni gelişmeleri göz önünde tutan bilimsel esaslara göre düzenlenmelidir. Eğitim ve Öğretimde Disiplin İlkesi Atatürk'e göre eğitim ve öğretimin başarısı disipline bağlıdır. 1925 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında görüşünü şöyle açıklamıştır: "Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle öğretim hayatında disiplin, başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları disiplini sağlamaya ve öğrenci disipline uymaya mecburdurlar." Eğitimde beklenenlerin gerçekleşmesinde öğretmenlere büyük görev düşmektedir. Eğitimde Öğretmenin Önemi ve Rolü Atatürk, eğitim alanında başarıyı etkileyecek en önemli unsurun öğretmenler olduğunu görmüştür. Öğretmenlik mesleğine lâyık olduğu değeri vermiştir. Başöğretmen Atatürk, Öğretmenlere "Sizin başarınız cumhuriyetin başarısı olacaktır." diyerek ülkenin geleceği için öğretmenlerin güvence kaynağı olacağını belirtmiştir. TÜRK MİLLİ EĞİTİM'İN ÖNEMİ Toplum hayatına uyum sağlama, kişilik kazanma, iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olma ancak iyi bir eğitim sayesinde olur. Toplumsal bir ihtiyacın karşılanması olan eğitim, bir devlet hizmetidir. Her ülkenin eğitim sistemi, o ülkenin geleceğini ilgilendirir. Bu sebeple genç kuşaklar, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yönlendirilir ve eğitilirler. Gençlerin eğitimiyle ilgili olarak Atatürk şunları söylemiştir: "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada milletlerarası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur." Atatürk'ün eğitim konusunda üzerinde önemle durduğu bir başka husus, insanların inançlarında ve düşüncelerinde özgür hâle gelmeleri idi. İlerleme ve yenileşme, bilimde ve teknikteki gelişmelere açık olmakla mümkündür. Büyük Önder, öğretmenlere seslenirken "Hiçbir zaman hatırımızdan çıkmasın ki cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister." diyerek kararlarını özgürce verebilen ve yeniliklere açık nesiller yetiştirmenin önemini dile getirmiştir. MİLLİ EĞİTİM Eğitim, bir insanın kabiliyet ve davranışlarını geliştirmek, toplumun iyi değerlerini benimsetmek için yapılan işler ve uygulanan yollardır. Millî eğitim, bir milletin genç nesillerini o milletin maddî ve manevi değerlerinin gösterdiği hedefler içinde, ideal insan tipi olarak, yönlendirme ve yetiştirmedir. Eğitimin konusu insandır. Eğitime önem veren toplumlar, huzur ve kalkınma için gereken en önemli yatırımı yapmış sayılırlar. İyi bir vatandaş, ancak iyi bir eğitim sayesinde yetiştirilebilir. Eğitimde geri kalan toplumlar, gelişme ve ilerleme sürecini yakalayamazlar. Ailede başlayan eğitim, okullarda devam eder ve insan hayatının her dönemini kapsar. Eğitim, bir ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsurdur. Ülke kalkınması, ancak eğitimde birlik sağlanması ile gerçekleştirilebilir. Her yenileşme hareketinin başarısı, eğitim alanındaki başarıya bağlıdır. Kalkınmanın, akıl ve bilimin önderliğinde gerçekleşeceğine inanan Atatürk, millî eğitime büyük önem vermiştir. Hiçbir devlet kurucusu Atatürk kadar eğitime önem vermemiştir. Atatürk bir sözünde "Maarif vekili olarak, millî irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir." demiştir. Başka bir konuşmasında "Eğitimdir ki bir milleti ya hür, müstakil, şanlı, âli bir heyeti içtimaiye hâlinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder." diyerek eğitime verdiği önemi dile getirmiştir. Memleket sorunlarının çözümü ancak iyi bir eğitimle mümkündür. Eğitim ve öğretimdeki gelişme düzeyi bir toplumun kalkınmışlığının aynasıdır. Eğitim, çağdaş ve millî değerlere bağlı olmalıdır. Millî değerlerden yoksun bir eğitim, millî birlik ve beraberliğin kurulmasını zorlaştırır. Geri kalmışlık zincirini kırmak, Atatürk'ün gösterdiği hedefler doğrultusunda çağdaş ve tarihini unutmayan nesiller yetiştirmekle mümkün olur. Atatürk, eğitimin yabancı fikirlerden, etkilerden uzak ve millî değerlerimize uygun olmasını istemiştir. Bu konuyu "Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin tarihsel gerilemesinde en önemli etken olduğu kanısındayım. Onun için ulusal bir eğitim programından söz ederken eski devrin boş inançlarından, toplumsal yapımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, ulusal özelliklerimizle ve tarihimizle uyuşabilen bir kültür kastediyorum." sözleriyle belirtmiştir. Eğitimin çağdaş ve bilimsel olması gerektiği konusunda ise şunları söylemiştir: "Evet, milletimizin siyasal ve toplumsal hayatında, milletimizin zihinsel eğitiminde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Yurdumuzu bir çember içine alıp dünya ile ilişkisiz yaşayamayız. Tersine, gelişmiş ve yükselmiş bir ulus olarak uygarlık alanı üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam ancak bilimle, teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her yurttaşın kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur." Eğitimde kalkınma bir milletin topyekün kalkınması demektir. Atatürk, Kütahya ilimize yaptığı bir gezide öğretmenlere "Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran irfan ordusu. Bu iki ordunun ikisi de hayatîdir. Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır." diye seslenerek eğitimin bir milletin hayatındaki önemini belirtmiştir. Bir devlet, eğitim çağındaki kuşaklara, iyi ve kötüyü, kalkınmayı, millî birlik ve beraberlik ülküsünü ancak eğitimle verebilir. Eğitimine önem vermeyen milletlerin kalkınmaları mümkün değildir. Genç kuşaklar, güçlü bir millî eğitimle, gerektiğinde millî menfaatler konusunda kendi çıkarlarını hiçe sayan, her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir ruhla yetiştirilmelidir. TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KALDIRILMASI Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, diğer kurumlar gibi eğitim kurumları da büyük bir çöküntü içinde idi. Osmanlı Devleti'ndeki eğitim kurumları olan medreseler, Kuruluş ve Yükseliş dönemlerinde gerek eğitim kadrosu, gerekse programları bakımından çok ileri bir seviyedeydi. Fakat 17. yüzyıldan itibaren, devletin diğer kurumlarındaki gerilemeye paralel olarak eğitim kurumları da geriledi. Devletin yıkılışını önlemek amacıyla yapılmaya başlanan yenilikler çerçevesinde, eğitim kurumları da yeniden düzenlendi. 18. yüzyılın sonlarında ordunun subay, teknik eleman ve doktor ihtiyacını karşılamak üzere, çağın gereklerine uygun okulların açılmasına başlandı. Tanzimat Dönemi'nde, askerî okullardan başka, Avrupa'dakilere benzer modern eğitim kurumları açıldı. Medrese ve modern devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da vardı. Bu okullarda okutulan farklı dersler sebebiyle ayrı duygu ve düşünce, değişik kültür ve davranışa sahip insanlar yetişti. Bu uygulama, ülkede millî kültürün gelişmesine büyük ölçüde engel olmaktaydı. Bu sebeple millî bir kültür oluşturulamıyordu. Kurtuluş Savaşı'nın amacı millî birliğin sağlanması ve çağdaşlaşma olduğu için, Osmanlı eğitim sistemi devam ettirilemezdi. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal, eğitim konusunda da çalışmalara başlamıştı. 16 Temmuz 1921'de yaptığı bir konuşmada millî kültürün önemi ve gerekliliğinden bahsederek, eğitim ve kültür konusundaki bölünmüşlüğün kaldırılmasını savundu. Osmanlı Devleti'nde var olan, mektep-medrese ayrımının kaldırılacağını söyledi. Eğitimin yaygınlaştırılarak bilgisizliğin yok edilmesi gerektiğini vurguladı. Büyük zaferden sonra çağdaş bir eğitim sisteminin kurulması için düşündüklerini uygulamaya koydu. Bu amaçla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edildi. Bu kanunla, medreseler kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Böylece eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanması ve eğitimin millî bir nitelik kazanması sağlandı. 2 Mart 1926'da maarif teşkilâtı hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanunla lâik eğitime uygun, ilk ve ortaöğretim programlan belirlendi. Eğitim hizmetleri, modern bir hâle getirildi. Bundan sonra millî ve lâik eğitimi yaygınlaştırmak için, hızla ilkokullar, ortaokullar, liseler ve yüksek okullar açıldı. Bunların yanı sıra meslek okulları da açıldı. İlkokul zorunlu hâle getirildi. Eğitim ve öğretimde çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için yeni programlar geliştirildi. Atatürk, Türkiye'de millî eğitimin kuruculuğunu da yapmış oldu. YENİ TÜRK HARFLERİN KABULÜ Cumhuriyet Dönemi'nin en önemli inkılâplarından birisi de Harf İnkılâbı'dır. Türkler, tarih boyunca değişik alfabeler kullanmışlardır. Türklerin kullandığı ilk alfabe, Göktürk Alfabesi'dir. Bu alfabe aynı zamanda ilk millî alfabemizdir. Bundan sonra Uygur Türkleri kendilerine mahsus bir alfabe kullandılar. İslâmiyet'in kabulünden sonra Arap Alfabesi kullanılmaya başlandı. Arap harfleri, Türk Dili için uygun değildi. İlerlemenin önündeki en büyük engel cehaletti. Milleti bu durumdan kurtarmaya kararlı olan Mustafa Kemal, kurtuluşun yolunu da şu sözü ile gösterdi: "Büyük Türk milleti, cehaletten az emekle kısa yoldan ancak; kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin esasından alınan Türk alfabesidir." Okur-yazarlığı yaymak ve cehaleti kısa zamanda gidermek için, Atatürk'ün emriyle bir komisyon kurulup yeni Türk alfabesi hazırlandı. Harf İnkılâbı'nın ilk müjdesini Mustafa Kemal 8 Ağustos 1928'de, yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. ... Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse, bundan insan olanlar utanmalıdır." Bundan sonra yeni Türk harflerinin yaygınlaştırılması için bir seferberlik başlatıldı. Başöğretmen Atatürk, yurt seyahatine çıkıp, kara tahta başında yeni Türk harflerini vatandaşlara öğretti. Ankara'da toplanan öğretmenler birliği kongresinde, öğretmenler, Atatürk'ün açtığı bu yeni yolda sabırla çalışacaklarına ant içtiler. Üç ay gibi kısa bir zamanda inkılâp gerçekleşti, 1 Kasım 1928'de, yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildi. Kanunun kabul edilmesinden sonra geniş halk kitlelerine okuma yazma öğretmek üzere "Millet Mektepleri" açıldı. Atatürk, Millet Mektepleri Başöğretmeni ilân edildi (24 Kasım 1928). Böylece, eğitim ve kültür hayatımızda yeni bir dönem başlamış oldu KISACA; Ekonomİk Alanda Yapilan İnkılaplar * İzmİr İktİsat Kongresİ’nİn Toplanmasi ( 18 Şubat 1923 ) * Mİllİ Ekonomİ İlkesİ’nİn Benİmsenmesİ ( 18 Şubat 1923 ) * AŞar Vergİsİ’nİn Kaldirilmasi ( 17 Şubat 1925 ) * TeŞvİk-İ Sanayİ Kanunu’nun KabulÜ ( 28 Mayis 1926 ) * Kabotaj Kanunu’nun KabulÜ ( 1 Temmuz 1926 ) * Anadolu Demİryollari’nin Yabancilardan Alinmasi * BeŞ Yillik Kalkinma Plani’nin Yapilmasi * TÜrkİye’nİn İhtİyaci Olan Fabrİkalarin Bİr Bİr Devlet Elİyle AÇilmasi * TÜrkİye’nİn İlk Özel Bankasi Olan İŞ Bankasi’nin Kurulmasi * Tarim Ve Hayvancilik SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Ziraat Bankasi’nin Yenİden DÜzenlenmesİ * Denİzcİlİk SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Denİzcİlİk Bankasi’nin Kurulmasi * Madencİlİk SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Etİbank’in Kurulmasi * KÜÇÜk Esnaf Ve Sanatkari Desteklemek Amaciyla Halk Bankasi ‘nin Kurulmasi * Sanayİ SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Sanayİ Ve Maadİn Bankasi’nin Kurulmasi * Tekstİl SektÖrÜnÜ Desteklenmesİ Amaciyla SÜmerbank’in Kurulmasi * Emlak Ve İnŞaat SektÖrÜnÜn Desteklenmesİ Amaciyla Emlak Ve Eytam Bankasi’nin Kurulmasi Önemİ : Cumhurİyetİn İlk Yillarinda,ortaÇaĞ GerİlİĞİnİ YaŞayan Ekonomİk Hayati Canlandirmak Ve Ekonomİk BaĞimsizliĞimizi SaĞlamak Amaciyla Bİr Dİzİ Önlem AlinmiŞtir.alinan Bu Önlemler Ve Uygulanan Ekonomİ Polİtİkalariyla GÜnÜmÜzÜn GÜÇlÜ Ekonomİk Yapisi OluŞturulmuŞtur. Sİyasİ Alanda Yapilan İnkilaplar * Saltanatin Kaldirilmasi ( 1 Kasim 1922 ) * Cumhurİyet’İn İlani ( 29 Ekİm 1923 ) * HalİfelİĞİn Kaldirilmasi ( 3 Mart 1924 ) * 1924 Anayasasi’nin Kabul Edİlmesİ ( 20 Nİsan 1924 ) * Çok Partİlİ Hayata GeÇİŞ Denemelerİ * Cumhurİyet Halk Firkasi’nin Kurulmasi ( 9 AĞustos 1924 ) * Terakkİperver Cumhurİyet Firkasinin Kurulmasi ( 17 Kasim 1924 ) * Serbest Cumhurİyet Firkasi’nin Kurulmasi ( 12 AĞustos 1930 ) Önemİ : Sİyasal Alanda Yapilan İnkilap Hareketlerİyle,ÇaĞdiŞi KalmiŞ Teokratİk-monarŞİk Devlet Yapisindan Mİllet EgemenlİĞİ’ne Dayanan Laİk,demokratİk Ve Hukuk Devletİ Nİtelİklerİnİ TaŞiyan Ve ÇaĞdaŞ YÖnetİm Sİstemİ Olan Cumhurİyet Rejİmİne GeÇİlmİŞtİr. Toplumsal Alanda Yapilan İnkilaplar * Tekke,zavİye Ve TÜrbelerİn Kapatilmasi ( 30 Kasim 1925 ) * Şapka Ve Kilik-kiyafet İnkilabi (24 AĞustos 1925 ) * Mİladİ Takvİm Ve Yenİ Saat Sİstemİnİn Kabul Edİlmesİ ( 26 Aralik 1925 ) * Kadinlara Beledİye SeÇİmlerİnde SeÇme Ve SeÇİlme Hakkinin Taninmasi ( 3 Nİsan 1930 ) * Yenİ AĞirlik Ve Uzunluk ÖlÇÜ Bİrİmlerİ’nİn Kabul Edİlmesİ ( 1 Nİsan 1931 ) * Kadinlara Mİlletvekİlİ SeÇme Ve SeÇİlme Hakkinin Taninmasi ( 18 Aralik 1934 ) * Soyadi Kanunu’nun Kabul Edİlmesİ ( 21 Hazİran 1934 ) Önemİ : Osmanli Devletİ’nİn YÖnetİmİnde TÜrk İnsani ÇaĞdaŞ YaŞamin GereĞİ Olan YaŞam Standardindan Çok Uzak Bİr YaŞam SÜrmekteydİ.halk,yÜzlerce Yil EzİlmİŞ,haklarini ArayamamiŞ,padİŞahin Kullari Olarak YaŞamaya Mahkum EdİlmİŞtİ.ÇaĞdaŞ Ve Modern Bİr Devlet Kurmak Ve ÇaĞdaŞ Medenİyetler Sevİyesİne Çikmak İÇİn Öncelİkle ÇaĞdaŞ Ve Evrensel DeĞerlerİ BenİmsemİŞ,temel Hak Ve ÖzgÜrlÜklerİ TaninmiŞ,eĞİtİmlİ Ve BİlİnÇlİ Bİr Toplum Yaratmak Gerekİyordu.bÖyle Bİr Toplum Yaratmak İÇİnse ,Öncelİkle Toplumu ÇaĞdiŞiliĞa SÜrÜkleyen Kurumlarin Ortadan Kaldirilarak ÇaĞdaŞ Kurumlar OluŞturulmali Ve Bu Kurumlari İŞletecek ÇaĞdaŞ Bİr İnsan Tİpİ YetİŞtİrİlmelİydİ.toplumsal Alanda Yapilan İnkilaplarla ÇaĞdaŞ Bİr Toplum Ve Devlet Yapisina UlaŞmak AmaÇlanmiŞtir. EĞİtİm Ve KÜltÜr Alaninda Yapilan İnkilaplar * Tevhİd-İ Tedrİsat ( ÖĞrenİm BİrlİĞİ ) Kanunu’nun KabulÜ ( 3 Mart 1924 ) * Medreselerİn Kapatilmasi * ÇaĞdaŞ EĞİtİm Ve ÖĞretİm Kurumlari’nin AÇilmasi * Arap Harflerİnİn Kaldirilarak Yenİ TÜrk Alfabesİ’nİn Benİmsenmesİ ( 1 Kasim 1928 ) * 1933 Ünİversİte Reformu * TÜrk Tarİh Kurumu’nun Kurulmasi ( 15 Nİsan 1931 ) * TÜrk Dİl Kurumu’nun Kurulmasi ( 12 Temmuz 1932 ) * GÜzel Sanatlar Alaninda Yapilan ÇaliŞmalar Önemİ : EĞİtİm Ve KÜltÜr Alaninda Yapilan İnkilaplarla,evrensel DeĞerlerİ BenİmsemİŞ,akli Ve Bİlİmİ Temel Hareket Noktasi Olarak Alan,atatÜrk MİllİyetÇİlİĞİ’ne BaĞli,vatandaŞ Olma Bİlİncİne ErİŞmİŞ,cumhurİyetİn Temel Nİtelİklerİnİ BenİmsemİŞ Ve Bunu Bİr YaŞam BİÇİmİ Halİne GetİrmİŞ ,ÇaĞdaŞ Ve Modern Bİr İnsan Tİpİ Ve Toplum OluŞturmak AmaÇlanmiŞtir. Hukuk Alaninda Yapilan İnkilaplar * Şer’İye Ve Evkaf Vekaletİ’nİn Kaldirilmasi ( 3 Mart 1924 ) * Cumhurİyet’İn İlk Anayasasi’nin Kabul Edİlmesİ ( 20 Nİsan 1924 ) * Ankara Hukuk Mektebİ’nİn AÇilmasi ( 5 Kasim 1924 ) * Medenİ Kanun’un Kabul Edİlmesİ ( 17 Şubat 1927 ) * TÜrk Ceza Kanunu’nun KabulÜ * Hukuk Muhakamalarİ UsulÜ Kanunu’nun KabulÜ * Ceza Muhakemelerİ Kanunu’nun KabulÜ * İcra İflas Kanunu’nun KabulÜ * Denİz Tİcaret Kanunu’nun KabulÜ * Kara Tİcaret Kanunu’nun KabulÜ Önemİ : 3 Mart 1924 Tarİhİnde “ Şer’İye Ve Evkaf Vekaletİ “ Nİn Kaldirilmasiyla Dİnsel KÖkenlİ Hukuk AnlayiŞindan,İnsan Akli Ve Toplumun İhtİyaÇlarindan Kaynaklanan “pozİtİf ( Laİk ) Hukuk Sİstemİ” Ne GeÇİlmİŞtİr.ard Arda Çikarilan Ve Hukuk Sİstemİnİ BÜtÜnleyen Kanunlarla ÇaĞdaŞ Ve Modern Pozİtİf Hukuk AnlayiŞi BÜtÜn Kurum Ve Kurallariyla Uygulanmaya BaŞlanmiŞtir.eskİ Ve GeÇerlİlİĞİnİ YİtİrmİŞ Dİnsel Hukuk Sİstemİ,devlet Sİstemİnden Tamamen UzaklaŞtirilarak ÇaĞdaŞ Ve Modern,devlet Ve Toplum Yapisinin Temelİ AtilmiŞtir. Siyasi Alandaki İnkılaplar Saltanatın Kaldırılışı Milli kurtuluş hareketinin bütün cephelerde başarıya ulaşması sonrasında, düşman ülkeler barış görüşmeleri için teklifte bulunmuşlardır. Barış görüşmelerine Ankara Hükümeti'nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de davet edilmiş, böylece Milli Meclis'e bir tezgah kurulmaya, tuzak hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul Hükümeti'nin sadrazamı Tevfik Paşa, Ankara'ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal'e bir telgraf çekerek ortak hareket etmeyi teklif etmiştir. Neticede TBMM, İstanbul'daki işgal kuvvetlerine bir yazı göndermiş, barış konferansına katılabileceklerini, fakat İstanbul Hükümeti'yle ortak hareket etmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir. Çünkü, Tevfik Paşa'nın teklifini kabul etmek, Anadolu'da gerçekleştirilen Kuva-yi Milliye hareketine, İstanbul Hükümetini de ortak etmek olacaktı. Konunun hemen akabinde Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922'de TBMM'yi toplayarak saltanatın kaldırılması yönünde çalışmaları başlatmıştır. Fakat meclis içindeki bazı üyeler "saltanatsız iktidar ve hilafet olamayacağı" görüşünü savunarak bu girişimi engellemeye kalkışmışlardır. Bu engellemelere karşın, Mustafa Kemal'in konunun önemini ve hassasiyetini bildiren konuşmasından sonra "hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete" ait olduğu kabul edilmiş, 3 Kasım 1922 günü, saltanat kaldırılmıştır. Cumhuriyet'in Kuruluşu İstanbul Hükümeti'nin, işgal kuvvetlerinin 'kukla yönetimi' durumunda olması ve bu hükümet tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Anadolu'da kurulan milli hükümete karşı alınan cephe, bir süre sonra, kimin yönetimde olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Aynı problem TBMM içinde de kendini göstermiş, bazı üyelerin saltanat ve hilafeti yaşatma düşüncesinde oldukları görülmüştür. Yeniden saltanat ve hilafete dönülürse, verilen mücadele boşa gitmiş, milletin hakimiyeti tekrar sorumsuz yönetime geçmiş ve geriye dönülmüş olacaktı. Oysa yenilikçi ve inkılapçı düşünceyi kendine şiar edinen Mustafa Kemal'in bu fikirlerinden taviz vermesi beklenemezdi: "... 25 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal, Celaleddin Arif, Cami Bey, Fevzi Paşa, İsmet Buey, Hamdullah Suphi ve Hakkı Behiç tarafından oluşan bir yürütme komitesi seçerek 1 Mayıs 1920'de kabul edilen 5 maddelik bir kanunla seçilecek olan hükümetin seçiliş ilkeleri belirlenir. Kısa bir süre sonra da yapılan bir değişiklikle bakanların Millet Meclisi Başkanı tarafından gösterilecek adaylar arasından seçimi kabul edilir. Bu uygulama ile artık 'milletin hakimiyetine' dayanan bir hükümet yapısı kabul edilmiş olacaktır." Meclis'in yenilenmesi için yapılan seçimler sonucu I. dönem milletvekillerinin çoğu değişmiş, hakimiyetin millette olduğuna inanan milletvekilleri, II. dönem çoğunluk olmuşlardı. Dolayısıyla artık Cumhuriyet'in kurulmasına müsait bir zemin vardı. Hem Meclis'teki durum, ve hem de Fethi Bey kabinesinin 27 Ekim 1923'te istifa etmesi sonucu ortaya çıkan hükümet boşluğu, Mustafa Kemal'i harekete geçirmiş ve Türk Milletinin karakterine uygun olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiştir. Mustafa Kemal, bu gelişmenin ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanlığ
Siyasi Alandaki İnkılaplar
NEVDET SEZER tarih 22.05.2008, 07:23 (UTC)
 Siyasi Alandaki İnkılaplar

Saltanatın Kaldırılışı

Milli kurtuluş hareketinin bütün cephelerde başarıya ulaşması sonrasında, düşman ülkeler barış görüşmeleri için teklifte bulunmuşlardır. Barış görüşmelerine Ankara Hükümeti'nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de davet edilmiş, böylece Milli Meclis'e bir tezgah kurulmaya, tuzak hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul Hükümeti'nin sadrazamı Tevfik Paşa, Ankara'ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal'e bir telgraf çekerek ortak hareket etmeyi teklif etmiştir.
Neticede TBMM, İstanbul'daki işgal kuvvetlerine bir yazı göndermiş, barış konferansına katılabileceklerini, fakat İstanbul Hükümeti'yle ortak hareket etmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir. Çünkü, Tevfik Paşa'nın teklifini kabul etmek, Anadolu'da gerçekleştirilen Kuva-yi Milliye hareketine, İstanbul Hükümetini de ortak etmek olacaktı. Konunun hemen akabinde Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922'de TBMM'yi toplayarak saltanatın kaldırılması yönünde çalışmaları başlatmıştır. Fakat meclis içindeki bazı üyeler "saltanatsız iktidar ve hilafet olamayacağı" görüşünü savunarak bu girişimi engellemeye kalkışmışlardır. Bu engellemelere karşın, Mustafa Kemal'in konunun önemini ve hassasiyetini bildiren konuşmasından sonra "hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete" ait olduğu kabul edilmiş, 3 Kasım 1922 günü, saltanat kaldırılmıştır.

Cumhuriyet'in Kuruluşu

İstanbul Hükümeti'nin, işgal kuvvetlerinin 'kukla yönetimi' durumunda olması ve bu hükümet tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Anadolu'da kurulan milli hükümete karşı alınan cephe, bir süre sonra, kimin yönetimde olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Aynı problem TBMM içinde de kendini göstermiş, bazı üyelerin saltanat ve hilafeti yaşatma düşüncesinde oldukları görülmüştür. Yeniden saltanat ve hilafete dönülürse, verilen mücadele boşa gitmiş, milletin hakimiyeti tekrar sorumsuz yönetime geçmiş ve geriye dönülmüş olacaktı. Oysa yenilikçi ve inkılapçı düşünceyi kendine şiar edinen Mustafa Kemal'in bu fikirlerinden taviz vermesi beklenemezdi:
"... 25 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal, Celaleddin Arif, Cami Bey, Fevzi Paşa, İsmet Buey, Hamdullah Suphi ve Hakkı Behiç tarafından oluşan bir yürütme komitesi seçerek 1 Mayıs 1920'de kabul edilen 5 maddelik bir kanunla seçilecek olan hükümetin seçiliş ilkeleri belirlenir. Kısa bir süre sonra da yapılan bir değişiklikle bakanların Millet Meclisi Başkanı tarafından gösterilecek adaylar arasından seçimi kabul edilir. Bu uygulama ile artık 'milletin hakimiyetine' dayanan bir hükümet yapısı kabul edilmiş olacaktır."
Meclis'in yenilenmesi için yapılan seçimler sonucu I. dönem milletvekillerinin çoğu değişmiş, hakimiyetin millette olduğuna inanan milletvekilleri, II. dönem çoğunluk olmuşlardı. Dolayısıyla artık Cumhuriyet'in kurulmasına müsait bir zemin vardı. Hem Meclis'teki durum, ve hem de Fethi Bey kabinesinin 27 Ekim 1923'te istifa etmesi sonucu ortaya çıkan hükümet boşluğu, Mustafa Kemal'i harekete geçirmiş ve Türk Milletinin karakterine uygun olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal, bu gelişmenin ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanlığına getirilmiş, İsmet (İnönü) Bey'i de başbakanlığa atayarak kabineyi kurdurmuştur. Atatürk aşağıdaki sözleriyle de yönetim şeklini açıklamıştır:

"...Bugünkü hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümetle millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir."
"...Türk Milletinin yaratılış ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. Türk Milleti hakimiyetini şümullü bir surette gösteren yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut kurumların siyasetlerine yabancı kalmıştır."

Hilafetin Kaldırılışı

Halifelik makamı, Mısır hükümdarı Kansu Gavri'de, işlerliğini kaybetmiş bir şekilde, göstermelik olarak duruyordu. Yavuz Sultan Selim'in 1517 tarihindeki Ridaniye Seferinden sonra Türkler'e geçen halifelik bu tarihten sonra yeniden güç kazanmıştır. Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemlerde dünya Müslümanları üzerinde etkili olmuştur. Fakat, zayıflama döneminde, devlet bu gücü kullanamaz hale gelmiştir.
Milli Meclis tarafından saltanatın kaldırılmasıyla hilafet makamına getirilen Abdülmecit Efendi'nin, kendine kanunla verilmiş olan sıfatlarının dışında "han", "peygamber halifesi" gibi sıfatları da kullanması, padişah gibi davranması ve cuma selamlıklarında gövde gösterisi yapması, yurtdışından kışkırtıldığı açıkça belli olan bu tartışmalara Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarının da katılması, ortalığı karıştırmaya başlamıştı. Bu durum genç Cumhuriyet'i tehlikeye sokmaya başladığından, 3 Mart 1924 tarihinde, TBMM'de verilen bir kanun teklifi ile hilafet makamı ortadan kaldırılmış, Osmanoğulları soyu yurt dışına gönderilmiştir. Bu ciddi durumu Atatürk şu sözleriyle açıklar:

"Efendiler; açık ve kesin söylemeliyim ki, İslamları, bir halife heyulasıyla işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslamların ve özellikle de Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayal bağlamak yalnız ve ancak cehalet ve gaflet eseri olabilir."

Hukuk Alanındaki İnkılaplar

Hilafetin kaldırılmasıyla beraber, 3 Mart 1924 günü Şeriye ve Evkaf Bakanlığı'nın ve Şeriye Mahkemeleri'nin kaldırılmasıyla, hukuk konusunda yeni düzenlemeler yapılacağının işaretleri verilmiş oldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, kurumlardaki yozlaşma adalet sistemini de etkilemiş, kadılardaki başıbozukluk, adaleti güçlünün lehine kullanır hale getirmiştir. Mahkemeler, "Mecelle" adı verilen ve Hanefi fıkhına göre hazırlanmış kanunlara göre işlerdi. Mecelle, yarı teokratik ve yarı laik bir özellik taşımasına rağmen, günün gelişen şartlarına uyum gösteremiyor ve bazı hükümleri de uygulanamıyordu.
Yeni Türkiye devletinin kurulmasıyla eski yönetimin işlerliğini kaybetmiş bütün kurum ve kuruluşlarının da yeni bir yapıya oturtulması gerekmişti. Çünkü Osmanlı devletindeki bazı uygulamalar, geçmiş yıllarda sorunsuz işlemiş olsalar da, değişen ve gelişen koşullar karşısında aksaklıklar meydana gelmiştir. Bu bozulan kurumlardan biri de adalet kurumudur. Atatürk, bu başıbozukluğu ve çözüm yolunu şöyle açıklamıştır:
"Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz."
"...Milletin ateşli inkılap hamleleri esnasında sinmeye mecbur kalan eski kanun hükümleri, eski hukukçular gayret ve çalışma gösterenlerin etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz derhal
canlanarak inkılap esaslarını ve onun samimi takipçilerini ve onların aziz ülkülerini mahkum etmek için fırsat beklerler..."
"Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yabancı uyrukluların yargılanmasının kendi konsolosluklarına bırakılması bağımsızlık hakkıyla uyum göstermiyordu. Bu durum, Osmanlı adalet sisteminde onarılması güç yaralar açmıştı. Her ne kadar Lozan hükümleri uyarınca bu adli kapitülasyonlar kaldırılıyorsa da; yine de merkezden yönetilen adalet düzeni oluşturulması mümkün olamıyordu."
Bu olumsuz şartları ortadan kaldırmak için, 1923'te kurulan medeni kanun komisyonları, "Mecelle"nin ıslahı çalışmalarına başlamışsa da, bir netice alamadan faaliyetlerine son verilmiştir. Bu tıkanıklığı çözmek için harekete geçen Mustafa Kemal, hukuk sisteminde köklü, değişikliklere girişmiştir. Benzerlerine göre daha sade ve yeni olan İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat 1926 'da Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt'un Adalet Bakanlığı sırasında kabul edilmiştir. Bu kanunla, azınlık cemaatleri de Medeni Kanun hükümlerini kabul etmiş oldular. Bu kanun çerçevesince ayrıca, 4 yıl içinde, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Kara Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe girmiştir. Bu girişimlerden önce de, 5 Kasım 1925'de, Ankara Hukuk Fakültesi açılmıştır.
Medeni Kanun'la, Türkiye'de laik hukuk sistemine geçilmiş, kadın erkek eşitliği kabul edilmiş, medeni nikah ilkesiyle çok eşlilik kaldırılmış, kadının her alanda faaliyette bulunmasına imkan sağlanmıştır.







ATATÜRK’ÜN EĞİTİMDE YAPTIĞI İNKİLAP

EĞİTİMDE GÖZÖNÜNDE BULUNDURULACAK İLKELER
Türk millî eğitim politikasının başarılı olabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı temel ilkelerin, eğitim sisteminde başarılı bir şekilde uygulanması ile mümkündür. Bu ilkeler; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Lâiklik, Devletçilik ve İnkılâpçılıktır.
Eğitimin yaygınlaştırılması, bilgisizliğin ortadan kaldırılması, lâik esaslara göre belirlenmesi, Türk eğitim politikasının üzerinde önemle durduğu konulardır.
Eğitim politikası, devletimizin dayandığı temel ilkelere uygun olmalıdır. Cumhuriyetçilik ilkesine uygun olarak, cumhuriyetin en iyi yönetim biçimi olduğu öğretilmelidir. Bu sayede demokrasimiz gelişip güçlenecektir. Eğitimde milliyetçilik ilkesi, Türk milletini sevmeyi, millî çıkarlarımızı savunmayı, millî birlik ve beraberliğimizi korumayı Öğretir. Halkçılık ilkesi ile eğitimin yaygınlaştırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması amaçlanır.
Lâik eğitimle, din ve vicdan hürriyeti sağlanır. Devletçilik ilkesi, eğitimin devlet kontrolünde olması, planlanması ve denetlenmesini öngörür.
Eğitimde uygulanacak inkılâpçılık ilkesi de yeniliklere açık, toplumun ihtiyaçlarına göre gelişen bir eğitim verilmesi demektir.



EĞİTİM POLİTİKASI
Eğitimde tespit edilen amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmek için takip edilen yola, eğitim politikası denir.
Eğitim, millî ve çağdaş olmalıdır. Atatürk eğitimin millî olması gerektiğini şöyle açıklar: "Bir millî eğitim programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve yaradılış niteliklerimizle hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, millî karakterimiz ve tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam olarak gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir."
Bir ülkenin kalkınmasının ancak çağdaş bir eğitimle mümkün olacağını da büyük Önder şu sözü ile açıklar: "Türk milletine gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım."
Millet olarak varlığımızı devam ettirebilmemiz, ancak millî bir eğitimle mümkündür. Türk milletinin, millî, ahlâkî, manevî ve kültürel değerleri, millî eğitimle korunur ve geliştirilir.








MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİNİN ESASLARI
Millî eğitim sistemimizin gözeteceği esaslar, Atatürk'ün eğitim hakkındaki şu görüşlerine dayanır: "Millî eğitim programımızın temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir. Cahillik yok edilmedikçe yerimizdeyiz. Yerinde duran bîr şey ise geriye gidiyor demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal hayatta bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lâzımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür."
Buna göre millî eğitim sistemimizin planlanmasında ve uygulanmasında devletimizin dayandığı ilkelere uygun olarak şu esaslar gözetilmelidir:
- Öğretim birliği.
- Karma eğitim.
- Eğitimin yaygınlaştırılması.
- İlköğretimin zorunlu ve parasız olması.
- Öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesi.
- Öğretim programlarının sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve çağın gereklerini karşılaması.
- Öğretim programlarının millî ve bilimsel olması.
- Eğitim ve öğretimde disiplin ilkesi.
- Eğitimde öğretmenin önemi ve rolü.
Öğretim Birliği
Atatürk, ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanmasının öğretim birliği ile gerçekleşeceğine inanıyordu. Bu sağlanmadan sosyal bütünleşmenin ve çağdaşlaşmanın mümkün olmayacağı inancındaydı. Ülkede yeni okulların yanı sıra medreseler de vardı. Bu durum eğitimde bölünme ve ikilik oluşturuyordu. Bu yüzden ülkede öğretim birliğinin sağlanması için gerekli çalışmaları başlatmıştır. Atatürk'ün başlattığı bu çalışmalar olumlu sonuçlar vermiştir.
Karma Eğitim
Atatürk kadınların sosyal ve ekonomik hayatta aktif rol alması gerektiğini düşünerek "bir milletin erkeği ve kadını ile bir bütün oluşturduğunu, kadınların da yüceltilmesiyle bir milletin yücelebileceğini" savunmuştur.
Atatürkçülükte; Türk Milleti'nin kalkınabilmesi için kadın ve erkeğin eşit şartlar altında çalışması şarttır. Bunu gerçekleştirmek için eğitimin bütün kademelerinde kız ve erkek çocukların eşit olarak karma bir eğitim görmeleri sağlanmıştır.
Eğitimin Yaygınlaştırılması
Devletin başlıca görevlerinden biri, eğitimin geniş halk kitleleri arasında yaygınlaştırılması ve bilgisizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Atatürk'e göre, millî eğitim ışığı memleketin en derin köşelerine kadar ulaşıp yayılmalıdır. Bilgisizlik yok edilmeli, eğitim yetişkinleri de kapsamalıdır. Atatürk bunun önemini ve gereğini şöyle açıklamıştır: "Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir... Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri çocukları bu millete ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı olabilecek şekilde yetiştirsinler." Bilgisizliği ortadan kaldırmak için eğitimin yaygınlaştırılması gerekir. Bunun sağlanabilmesi için yaygın bir eğitim sistemi kurularak bütün vatandaşların okur-yazar hâle getirilmesi gerekmektedir.
İlköğretimin Zorunlu ve Parasız Olması
Bir milletin çağdaşlaşmasında, bütün vatandaşların okuma yazma bilmesinin büyük bir rolü vardır. Bu sebeple, ülkede herkesin ilköğretimde eğitim-öğretim görmesi ve ilköğretimin parasız olması hedeflenmiştir.



Öğretimde Teori ve Uygulamanın Birlikte Yürütülmesi
Atatürk, öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesini hedeflemiştir. Atatürk bu amacını 1937 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında şöyle açıklar: "Büyük davamız, en medenî ve müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli inkılâp yapmış olan büyük Türk Milleti'nin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz." Bu teşebbüste başarı ancak iyi bir plânla ve verimli bir şekilde çalışmakla mümkün olur.
Öğretim Programlarının Sosyal Hayatın İhtiyaçlarını ve Çağın Gereklerini Karşılaması
Bir toplumda eğitimin başarılı olabilmesi, öğretim programlarının sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve çağın gereklerini karşılaması ile mümkündür. Bu anlamda eğitim, yalnızca bilgi vermeye ve ezberciliğe dayalı olmamalıdır. Hayata ve beceri kazandırmaya yönelik olmalıdır. Deney yapma imkânı sağlamalı, bilgisayar kullanımına önem vermelidir. Bu konuda ileri ülkelerin ulaştığı çağdaş eğitim yöntemleri ve donanımı kullanılmalıdır.
Öğretim Programlarının Millî ve Bilimsel Olması
Atatürk'e göre eğitim programları her şeyden önce millî olmalıdır. Çünkü, Türk Milliyetçiliği temelleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar yaşaması buna bağlıdır. Türk çocukları millî bilinç ile yetişirse, Türk Devleti'nin ve Milleti'nin geleceği de güvence altına alınmış olur. Bunun yanında eğitim ve öğretim programları temel ve uygulamalı bilimlere, araştırmaya önem veren, bilim alanındaki en yeni gelişmeleri göz önünde tutan bilimsel esaslara göre düzenlenmelidir.
Eğitim ve Öğretimde Disiplin İlkesi
Atatürk'e göre eğitim ve öğretimin başarısı disipline bağlıdır. 1925 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında görüşünü şöyle açıklamıştır: "Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle öğretim hayatında disiplin, başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları disiplini sağlamaya ve öğrenci disipline uymaya mecburdurlar." Eğitimde beklenenlerin gerçekleşmesinde öğretmenlere büyük görev düşmektedir.
Eğitimde Öğretmenin Önemi ve Rolü
Atatürk, eğitim alanında başarıyı etkileyecek en önemli unsurun öğretmenler olduğunu görmüştür. Öğretmenlik mesleğine lâyık olduğu değeri vermiştir. Başöğretmen Atatürk, Öğretmenlere "Sizin başarınız cumhuriyetin başarısı olacaktır." diyerek ülkenin geleceği için öğretmenlerin güvence kaynağı olacağını belirtmiştir.











TÜRK MİLLİ EĞİTİM'İN ÖNEMİ
Toplum hayatına uyum sağlama, kişilik kazanma, iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olma ancak iyi bir eğitim sayesinde olur. Toplumsal bir ihtiyacın karşılanması olan eğitim, bir devlet hizmetidir. Her ülkenin eğitim sistemi, o ülkenin geleceğini ilgilendirir. Bu sebeple genç kuşaklar, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yönlendirilir ve eğitilirler.
Gençlerin eğitimiyle ilgili olarak Atatürk şunları söylemiştir: "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada milletlerarası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur."
Atatürk'ün eğitim konusunda üzerinde önemle durduğu bir başka husus, insanların inançlarında ve düşüncelerinde özgür hâle gelmeleri idi. İlerleme ve yenileşme, bilimde ve teknikteki gelişmelere açık olmakla mümkündür.
Büyük Önder, öğretmenlere seslenirken "Hiçbir zaman hatırımızdan çıkmasın ki cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister." diyerek kararlarını özgürce verebilen ve yeniliklere açık nesiller yetiştirmenin önemini dile getirmiştir.



MİLLİ EĞİTİM
Eğitim, bir insanın kabiliyet ve davranışlarını geliştirmek, toplumun iyi değerlerini benimsetmek için yapılan işler ve uygulanan yollardır. Millî eğitim, bir milletin genç nesillerini o milletin maddî ve manevi değerlerinin gösterdiği hedefler içinde, ideal insan tipi olarak, yönlendirme ve yetiştirmedir. Eğitimin konusu insandır. Eğitime önem veren toplumlar, huzur ve kalkınma için gereken en önemli yatırımı yapmış sayılırlar. İyi bir vatandaş, ancak iyi bir eğitim sayesinde yetiştirilebilir.
Eğitimde geri kalan toplumlar, gelişme ve ilerleme sürecini yakalayamazlar. Ailede başlayan eğitim, okullarda devam eder ve insan hayatının her dönemini kapsar. Eğitim, bir ülkede millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsurdur. Ülke kalkınması, ancak eğitimde birlik sağlanması ile gerçekleştirilebilir.
Her yenileşme hareketinin başarısı, eğitim alanındaki başarıya bağlıdır. Kalkınmanın, akıl ve bilimin önderliğinde gerçekleşeceğine inanan Atatürk, millî eğitime büyük önem vermiştir.
Hiçbir devlet kurucusu Atatürk kadar eğitime önem vermemiştir. Atatürk bir sözünde "Maarif vekili olarak, millî irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir." demiştir. Başka bir konuşmasında "Eğitimdir ki bir milleti ya hür, müstakil, şanlı, âli bir heyeti içtimaiye hâlinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder." diyerek eğitime verdiği önemi dile getirmiştir.
Memleket sorunlarının çözümü ancak iyi bir eğitimle mümkündür. Eğitim ve öğretimdeki gelişme düzeyi bir toplumun kalkınmışlığının aynasıdır.
Eğitim, çağdaş ve millî değerlere bağlı olmalıdır. Millî değerlerden yoksun bir eğitim, millî birlik ve



beraberliğin kurulmasını zorlaştırır. Geri kalmışlık zincirini kırmak, Atatürk'ün gösterdiği hedefler doğrultusunda çağdaş ve tarihini unutmayan nesiller yetiştirmekle mümkün olur.
Atatürk, eğitimin yabancı fikirlerden, etkilerden uzak ve millî değerlerimize uygun olmasını istemiştir. Bu konuyu "Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin tarihsel gerilemesinde en önemli etken olduğu kanısındayım. Onun için ulusal bir eğitim programından söz ederken eski devrin boş inançlarından, toplumsal yapımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, ulusal özelliklerimizle ve tarihimizle uyuşabilen bir kültür kastediyorum." sözleriyle belirtmiştir.
Eğitimin çağdaş ve bilimsel olması gerektiği konusunda ise şunları söylemiştir: "Evet, milletimizin siyasal ve toplumsal hayatında, milletimizin zihinsel eğitiminde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Yurdumuzu bir çember içine alıp dünya ile ilişkisiz yaşayamayız. Tersine, gelişmiş ve yükselmiş bir ulus olarak uygarlık alanı üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam ancak bilimle, teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her yurttaşın kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur." Eğitimde kalkınma bir milletin topyekün kalkınması demektir.
Atatürk, Kütahya ilimize yaptığı bir gezide öğretmenlere "Memleketimizi,
toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran irfan ordusu. Bu iki ordunun ikisi de hayatîdir. Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır." diye seslenerek eğitimin bir milletin hayatındaki önemini belirtmiştir.
Bir devlet, eğitim çağındaki kuşaklara, iyi ve kötüyü, kalkınmayı, millî birlik ve beraberlik ülküsünü ancak eğitimle verebilir. Eğitimine önem vermeyen milletlerin kalkınmaları mümkün değildir.
Genç kuşaklar, güçlü bir millî eğitimle, gerektiğinde millî menfaatler konusunda kendi çıkarlarını hiçe sayan, her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir ruhla yetiştirilmelidir.



TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KALDIRILMASI
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, diğer kurumlar gibi eğitim kurumları da büyük bir çöküntü içinde idi. Osmanlı Devleti'ndeki eğitim kurumları olan medreseler, Kuruluş ve Yükseliş dönemlerinde gerek eğitim kadrosu, gerekse programları bakımından çok ileri bir seviyedeydi.
Fakat 17. yüzyıldan itibaren, devletin diğer kurumlarındaki gerilemeye paralel olarak eğitim kurumları da geriledi.
Devletin yıkılışını önlemek amacıyla yapılmaya başlanan yenilikler çerçevesinde, eğitim kurumları da yeniden düzenlendi. 18. yüzyılın sonlarında ordunun subay, teknik eleman ve doktor ihtiyacını karşılamak üzere, çağın gereklerine uygun okulların açılmasına başlandı. Tanzimat Dönemi'nde, askerî okullardan başka, Avrupa'dakilere benzer modern eğitim kurumları açıldı. Medrese ve modern devlet




okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da vardı. Bu okullarda okutulan farklı dersler sebebiyle ayrı duygu ve düşünce, değişik kültür ve davranışa sahip insanlar yetişti. Bu uygulama, ülkede millî kültürün gelişmesine büyük ölçüde engel olmaktaydı. Bu sebeple millî bir kültür oluşturulamıyordu.
Kurtuluş Savaşı'nın amacı millî birliğin sağlanması ve çağdaşlaşma olduğu için, Osmanlı eğitim sistemi devam ettirilemezdi. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal, eğitim konusunda da çalışmalara başlamıştı. 16 Temmuz 1921'de yaptığı bir konuşmada millî kültürün önemi ve gerekliliğinden bahsederek, eğitim ve kültür konusundaki bölünmüşlüğün kaldırılmasını savundu. Osmanlı Devleti'nde var olan, mektep-medrese ayrımının kaldırılacağını söyledi. Eğitimin yaygınlaştırılarak bilgisizliğin yok edilmesi gerektiğini vurguladı.
Büyük zaferden sonra çağdaş bir eğitim sisteminin kurulması için düşündüklerini uygulamaya koydu. Bu amaçla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edildi. Bu kanunla, medreseler kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Böylece eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanması ve eğitimin millî bir nitelik kazanması sağlandı.
2 Mart 1926'da maarif teşkilâtı hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanunla lâik eğitime uygun, ilk ve ortaöğretim programlan belirlendi. Eğitim hizmetleri, modern bir hâle getirildi. Bundan sonra millî ve lâik eğitimi yaygınlaştırmak için, hızla ilkokullar, ortaokullar, liseler ve yüksek okullar açıldı. Bunların yanı sıra meslek okulları da açıldı. İlkokul zorunlu hâle getirildi.
Eğitim ve öğretimde çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için yeni programlar geliştirildi. Atatürk, Türkiye'de millî eğitimin kuruculuğunu da yapmış oldu.



YENİ TÜRK HARFLERİN KABULÜ
Cumhuriyet Dönemi'nin en önemli inkılâplarından birisi de Harf İnkılâbı'dır.
Türkler, tarih boyunca değişik alfabeler kullanmışlardır. Türklerin kullandığı ilk alfabe, Göktürk Alfabesi'dir. Bu alfabe aynı zamanda ilk millî alfabemizdir. Bundan sonra Uygur Türkleri kendilerine mahsus bir alfabe kullandılar. İslâmiyet'in kabulünden sonra Arap Alfabesi kullanılmaya başlandı. Arap harfleri, Türk Dili için uygun değildi.
İlerlemenin önündeki en büyük engel cehaletti. Milleti bu durumdan kurtarmaya kararlı olan Mustafa Kemal, kurtuluşun yolunu da şu sözü ile gösterdi: "Büyük Türk milleti, cehaletten az emekle kısa yoldan ancak; kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin esasından alınan Türk alfabesidir."




Okur-yazarlığı yaymak ve cehaleti kısa zamanda gidermek için, Atatürk'ün emriyle bir komisyon kurulup yeni Türk alfabesi hazırlandı. Harf İnkılâbı'nın ilk müjdesini Mustafa Kemal 8 Ağustos 1928'de,
yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. ... Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse, bundan insan olanlar utanmalıdır."
Bundan sonra yeni Türk harflerinin yaygınlaştırılması için bir seferberlik başlatıldı. Başöğretmen Atatürk, yurt seyahatine çıkıp, kara tahta başında yeni Türk harflerini vatandaşlara öğretti. Ankara'da toplanan öğretmenler birliği kongresinde, öğretmenler, Atatürk'ün açtığı bu yeni yolda sabırla çalışacaklarına ant içtiler. Üç ay gibi kısa bir zamanda inkılâp gerçekleşti,
1 Kasım 1928'de, yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildi. Kanunun kabul edilmesinden sonra geniş halk kitlelerine okuma yazma öğretmek üzere "Millet Mektepleri" açıldı.
Atatürk, Millet Mektepleri Başöğretmeni ilân edildi (24 Kasım 1928).
Böylece, eğitim ve kültür hayatımızda yeni bir dönem başlamış oldu
KISACA;
Ekonomİk Alanda Yapilan İnkılaplar





* İzmİr İktİsat Kongresİ’nİn Toplanmasi ( 18 Şubat 1923 )


* Mİllİ Ekonomİ İlkesİ’nİn Benİmsenmesİ ( 18 Şubat 1923 )


* AŞar Vergİsİ’nİn Kaldirilmasi ( 17 Şubat 1925 )



* TeŞvİk-İ Sanayİ Kanunu’nun KabulÜ ( 28 Mayis 1926 )



* Kabotaj Kanunu’nun KabulÜ ( 1 Temmuz 1926 )



* Anadolu Demİryollari’nin Yabancilardan Alinmasi



* BeŞ Yillik Kalkinma Plani’nin Yapilmasi



* TÜrkİye’nİn İhtİyaci Olan Fabrİkalarin Bİr Bİr Devlet Elİyle AÇilmasi






* TÜrkİye’nİn İlk Özel Bankasi Olan İŞ Bankasi’nin Kurulmasi



* Tarim Ve Hayvancilik SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Ziraat Bankasi’nin

Yenİden DÜzenlenmesİ



* Denİzcİlİk SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Denİzcİlİk Bankasi’nin Kurulmasi



* Madencİlİk SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Etİbank’in Kurulmasi



* KÜÇÜk Esnaf Ve Sanatkari Desteklemek Amaciyla Halk Bankasi ‘nin Kurulmasi



* Sanayİ SektÖrÜnÜ Desteklemek Amaciyla Sanayİ Ve Maadİn Bankasi’nin

Kurulmasi



* Tekstİl SektÖrÜnÜ Desteklenmesİ Amaciyla SÜmerbank’in Kurulmasi



* Emlak Ve İnŞaat SektÖrÜnÜn Desteklenmesİ Amaciyla Emlak Ve Eytam

Bankasi’nin Kurulmasi











Önemİ :



Cumhurİyetİn İlk Yillarinda,ortaÇaĞ GerİlİĞİnİ YaŞayan Ekonomİk Hayati Canlandirmak Ve Ekonomİk BaĞimsizliĞimizi SaĞlamak Amaciyla Bİr Dİzİ Önlem AlinmiŞtir.alinan Bu Önlemler Ve Uygulanan Ekonomİ Polİtİkalariyla GÜnÜmÜzÜn GÜÇlÜ Ekonomİk Yapisi OluŞturulmuŞtur.


















Sİyasİ Alanda Yapilan İnkilaplar













* Saltanatin Kaldirilmasi ( 1 Kasim 1922 )





* Cumhurİyet’İn İlani ( 29 Ekİm 1923 )





* HalİfelİĞİn Kaldirilmasi ( 3 Mart 1924 )





* 1924 Anayasasi’nin Kabul Edİlmesİ ( 20 Nİsan 1924 )





* Çok Partİlİ Hayata GeÇİŞ Denemelerİ

* Cumhurİyet Halk Firkasi’nin Kurulmasi ( 9 AĞustos 1924 )

* Terakkİperver Cumhurİyet Firkasinin Kurulmasi ( 17 Kasim 1924 )

* Serbest Cumhurİyet Firkasi’nin Kurulmasi ( 12 AĞustos 1930 )











Önemİ :



Sİyasal Alanda Yapilan İnkilap Hareketlerİyle,ÇaĞdiŞi KalmiŞ Teokratİk-monarŞİk Devlet Yapisindan Mİllet EgemenlİĞİ’ne Dayanan Laİk,demokratİk Ve Hukuk Devletİ Nİtelİklerİnİ TaŞiyan Ve ÇaĞdaŞ YÖnetİm Sİstemİ Olan Cumhurİyet Rejİmİne GeÇİlmİŞtİr.









Toplumsal Alanda Yapilan İnkilaplar







* Tekke,zavİye Ve TÜrbelerİn Kapatilmasi ( 30 Kasim 1925 )



* Şapka Ve Kilik-kiyafet İnkilabi (24 AĞustos 1925 )



* Mİladİ Takvİm Ve Yenİ Saat Sİstemİnİn Kabul Edİlmesİ ( 26 Aralik 1925 )



* Kadinlara Beledİye SeÇİmlerİnde SeÇme Ve SeÇİlme Hakkinin Taninmasi

( 3 Nİsan 1930 )



* Yenİ AĞirlik Ve Uzunluk ÖlÇÜ Bİrİmlerİ’nİn Kabul Edİlmesİ ( 1 Nİsan 1931 )



* Kadinlara Mİlletvekİlİ SeÇme Ve SeÇİlme Hakkinin Taninmasi ( 18 Aralik 1934 )



* Soyadi Kanunu’nun Kabul Edİlmesİ ( 21 Hazİran 1934 )













Önemİ :



Osmanli Devletİ’nİn YÖnetİmİnde TÜrk İnsani ÇaĞdaŞ YaŞamin GereĞİ Olan YaŞam Standardindan Çok Uzak Bİr YaŞam SÜrmekteydİ.halk,yÜzlerce Yil EzİlmİŞ,haklarini ArayamamiŞ,padİŞahin Kullari Olarak YaŞamaya Mahkum EdİlmİŞtİ.ÇaĞdaŞ Ve Modern Bİr Devlet Kurmak Ve ÇaĞdaŞ Medenİyetler Sevİyesİne Çikmak İÇİn Öncelİkle ÇaĞdaŞ Ve Evrensel DeĞerlerİ BenİmsemİŞ,temel Hak Ve ÖzgÜrlÜklerİ TaninmiŞ,eĞİtİmlİ Ve BİlİnÇlİ Bİr Toplum Yaratmak Gerekİyordu.bÖyle Bİr Toplum Yaratmak İÇİnse ,Öncelİkle Toplumu ÇaĞdiŞiliĞa SÜrÜkleyen Kurumlarin Ortadan Kaldirilarak ÇaĞdaŞ Kurumlar OluŞturulmali Ve Bu Kurumlari İŞletecek ÇaĞdaŞ Bİr İnsan Tİpİ YetİŞtİrİlmelİydİ.toplumsal Alanda Yapilan İnkilaplarla ÇaĞdaŞ Bİr Toplum Ve Devlet Yapisina UlaŞmak AmaÇlanmiŞtir.











EĞİtİm Ve KÜltÜr Alaninda Yapilan İnkilaplar










* Tevhİd-İ Tedrİsat ( ÖĞrenİm BİrlİĞİ ) Kanunu’nun KabulÜ ( 3 Mart 1924 )



* Medreselerİn Kapatilmasi



* ÇaĞdaŞ EĞİtİm Ve ÖĞretİm Kurumlari’nin AÇilmasi



* Arap Harflerİnİn Kaldirilarak Yenİ TÜrk Alfabesİ’nİn Benİmsenmesİ

( 1 Kasim 1928 )



* 1933 Ünİversİte Reformu



* TÜrk Tarİh Kurumu’nun Kurulmasi ( 15 Nİsan 1931 )



* TÜrk Dİl Kurumu’nun Kurulmasi ( 12 Temmuz 1932 )


* GÜzel Sanatlar Alaninda Yapilan ÇaliŞmalar








Önemİ :



EĞİtİm Ve KÜltÜr Alaninda Yapilan İnkilaplarla,evrensel DeĞerlerİ BenİmsemİŞ,akli Ve Bİlİmİ Temel Hareket Noktasi Olarak Alan,atatÜrk MİllİyetÇİlİĞİ’ne BaĞli,vatandaŞ Olma Bİlİncİne ErİŞmİŞ,cumhurİyetİn Temel Nİtelİklerİnİ BenİmsemİŞ Ve Bunu Bİr YaŞam BİÇİmİ Halİne GetİrmİŞ ,ÇaĞdaŞ Ve Modern Bİr İnsan Tİpİ Ve Toplum OluŞturmak AmaÇlanmiŞtir.













Hukuk Alaninda Yapilan İnkilaplar













* Şer’İye Ve Evkaf Vekaletİ’nİn Kaldirilmasi ( 3 Mart 1924 )

* Cumhurİyet’İn İlk Anayasasi’nin Kabul Edİlmesİ ( 20 Nİsan 1924 )

* Ankara Hukuk Mektebİ’nİn AÇilmasi ( 5 Kasim 1924 )

* Medenİ Kanun’un Kabul Edİlmesİ ( 17 Şubat 1927 )


* TÜrk Ceza Kanunu’nun KabulÜ



* Hukuk Muhakamalarİ UsulÜ Kanunu’nun KabulÜ



* Ceza Muhakemelerİ Kanunu’nun KabulÜ



* İcra İflas Kanunu’nun KabulÜ



* Denİz Tİcaret Kanunu’nun KabulÜ



* Kara Tİcaret Kanunu’nun KabulÜ











Önemİ :



3 Mart 1924 Tarİhİnde “ Şer’İye Ve Evkaf Vekaletİ “ Nİn Kaldirilmasiyla Dİnsel KÖkenlİ Hukuk AnlayiŞindan,İnsan Akli Ve Toplumun İhtİyaÇlarindan Kaynaklanan “pozİtİf ( Laİk ) Hukuk Sİstemİ” Ne GeÇİlmİŞtİr.ard Arda Çikarilan Ve Hukuk Sİstemİnİ BÜtÜnleyen Kanunlarla ÇaĞdaŞ Ve Modern Pozİtİf Hukuk AnlayiŞi BÜtÜn Kurum Ve Kurallariyla Uygulanmaya BaŞlanmiŞtir.eskİ Ve GeÇerlİlİĞİnİ YİtİrmİŞ Dİnsel Hukuk Sİstemİ,devlet Sİstemİnden Tamamen UzaklaŞtirilarak ÇaĞdaŞ Ve Modern,devlet Ve Toplum Yapisinin Temelİ AtilmiŞtir.


 

CARLOS'UN YAŞI DEĞİL,OYNAMA İSTEĞİ ÖNEMLİ
AHMET UYKAN tarih 22.05.2008, 06:34 (UTC)
 FENERBAHÇENİN 100.YILDA ELDE ETTİĞİ ŞAMPİYONLUK GİZLİ MİMARLARINDAN BİRİDE ŞÜPHESİZ TEKNİK TÜRÖKTÖR ARTHUR ZİCO'NUN YARDIMCISI MORACİ SANT'ANNA.1995-1996SEZONUNDADA CARLOS ALBERTO PARREİRA İLE BİRLİKTE SARI LACİVERLİ TAKIMI MUTLU SONA ULAŞTIRAN BREZİLYA ÇALIŞTIRICI TÜRKİYEDE İLK KEZ ZAMANA KONUŞTU.
 

Haber
Şefak Sezer tarih 22.05.2008, 06:28 (UTC)
 Alperen Kurt
 

<-Geri

 1 

Devam->

 
  Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol